Acı/Yas/Kayıp Süreçlerinde Yakınlarımıza ve Kendimize Manevi Yardım / Victor Frankl'dan Acılarımızda Anlam Bulmanın Önemi

Yazıma başlamadan önce açıklamalıyım ki; din ve maneviyat birbirinden çok ayrı kavramlardır. Batıda bu iki kelime(religion ve spirituality), birbirinden net bir şekilde ayrılmış görünmektedir. Bu sebeple bu yazı dindar olana değil, dindar olsun ya da olmasın her bireye hitap etmektedir. 


İnsan; etten, kemikten, görünen, maddi bir varlık olmakla beraber varoluşu gereği manevi de bir varlıktır. Maneviyat ise bağ kurmak anlamına gelir. Dolayısıyla insan, bağ kuran da bir varlıktır. Bağ kurmak ise normalde sıradan olan bir şeyin kurulan bağ ile beraber sıradanlıktan çıkıp artık bizim için önemli, vazgeçilmez, biricik olması durumudur.

Bağ kurma, bizim için vazgeçilmez olanlardan vazgeçeceğimiz zamanların gelebileceğinin, kurduğumuz bağların bir gün kopabileceğinin bilincinde olarak gerçekleşir. Dolayısıyla manevi bir varlık olarak insan, bağ kurmanın sonucunda yaşayabileceği acıları da göze alarak bağ kurar. Bu acılardan kaçmayı, bağ kurmamayı, manevi yönünü yok saymayı tercih edecek olursa bu kez de yabancılaşma ve yalnızlaşmayla beraber daha büyük bir acının içerisinde bulur kendini.

Kaldı ki acılar yaşıyor olmamızla beraber bu acılarımızı sarmamıza yardımcı olan da manevi yanımızdır aslında.


İnsan acılar yaşayan bir varlıktır. Ayrılıklar, yakınlarımızın kaybı, yaşanan diğer olumsuz olaylar içimizde derin bir hüzün yaşamamıza neden olur. Çoğu insan bu duyguları yaşayan yakınlarına tamamen iyi niyetli "Üzülme, geçecek, her şeyde bir hayır vardır..." gibi toksik pozitif cümleler kurabilir. Ancak bu cümlelerin acıyı yaşayan kişiye yarardan çok zararı vardır. 

Böyle zamanlarda kişinin acısını yaşamasına, yasını tutmasına, hüznünü ifade etmesine müsaade edilmelidir. Yukarıda bahsettiğimiz gibi cümleler kurmak, kişinin acısını ifade etmesini engeller ve acısını içine atmasına, ifade edememesine, anlatsa da anlaşılmayacakmış hissi yaşamasına neden olur. Böyle olduğunda yaşayamadığı, bastırdığı acılar kişiden panik bozukluk, depresyon hali, umutsuzluk, kaygı, stres gibi çeşitli şekillerde açığa çıkabilmektedir. 

Manevi yardımda amaç; kişinin acısını yaşamasına müsaade etmek, ona acısını yaşama aşamasında yol arkadaşlığı yapmak, refakat etmektir. Amaç kişiye bilgi, öneri vermek asla değildir. Gerekirse onunla birlikte susmaktır manevi yardım.  

İnsan acı yaşayan birinin yanında onu rahatlatacak cümleler kurmak ister çoğu zaman ve genelde kurduğu cümleler kişiyi hiçbir şekilde rahatlatmaz hatta bazen rahatsız dahi eder. Çünkü duygular kelimelere dökülmeye çalışıldığında sığlaşır, anlamını büyük ölçüde yitirir ve tam olarak hislerimizi anlatmakta yetersiz kalır. Böyle zamanlarda konuşmak yerine bazen sadece susmak, onun acısını onunla beraber yaşamak, yanında olduğumuzu hissettirmek çok daha anlamlı olacaktır. 


Manevi yardımda kişinin acısını yaşamasını sağlamakla beraber acısını anlamlandırmasına yardımcı olmak da esastır. İnsan, varoluşsal olarak önce varlığında daha sonra yaptığı diğer eylemlerde bir anlam arar ve anlam yüklediği şeyler onun için daha yaşanabilir hale gelir. Bunun gibi, acılarımızda da bir anlam bulduğumuzda onu yaşamak daha katlanılır olacaktır. 

Bu konuda, psikoloji alanında önemli isimlerden ve Logoterapinin de kurucusu olan Victor Frankl'ın "İnsanın Anlam Arayışı" adlı kitabından bahsetmek istiyorum. Frankl kitabında, Nazi toplama kamplarında; ölümün, dondurucu soğuğun, açlığın, hastalığın, yani bir insanın yaşamsal faaliyetlerini devam ettirmekte en çok zorlanacağı şartların bir arada bulunduğu bir ortamda hayatta kalmaya çalışmakla beraber oradakilere psikoterapi yaptığı zamanlardan bahseder.

Kendisi de saydığım tüm bu acılı şartlar içinde yaşamaya çalışırken zaten insanın kendi psikolojisini bile ayakta tutmaya gücünün yetmeyeceği bir süreçte başkalarına psikolojik yardım edebilecek gücü nereden buluyor diye sorguluyor insan. 


Frankl, nasıl bir olumsuz durumun içinde olursak olalım kişinin acısına bir anlam yüklemesi halinde acısının acı olmaktan çıkacağını söylüyor. Bunu da kitabında bir örnekle daha somut hale getiriyor:

Bir keresinde Frankl'ın bürosuna 2 yıl önce karısını kaybetmiş ve ağır depresyon geçiren yaşlı bir pratisyen hekim geldi. Frankl, böyle bir kayıp karşısında ne yapabilirim, ne söyleyebilirim diye düşündü. Çünkü adamın çok sevdiği karısı ölmüştü ve Frankl, onu geri getiremeyeceğine göre ne söyleyip adamı rahatlatabilirdi ki? Bu sebeple sadece bir soru sorabildi: "Sen ondan önce ölseydin ve karın seni yaşatmak zorunda olsaydı ne olurdu Doktor?" Doktor da : "Ah, bu onun için korkunç olurdu, çok acı çekerdi." dedi. Bunun üzerine Frankl: "Görüyorsunuz ya Doktor, onu bu acıdan kurtaran sizsiniz. Elbette bunun bedeli de şimdi sizin onu yaşatmak ve yasını tutmak zorunda olmanız." diye karşılık verdi. Bu cevabı duyan Doktor tek bir kelime dahi etmeden Frankl'ın elini sıkarak bürosundan ayrıldı. 

Doktor, artık acısında bir anlam bulmuştu. Sonuçta ya eşi ya da kendisi, birisi diğerinden önce ölecekti ve bu doktorun kendisi olsaydı eşi çok büyük bir acı içinde kalacaktı. Bunun yerine eşi ondan önce öldü ve Doktor onun yerine bu acıyı üstlenmiş oldu. Eşini bu acıyı çekmekten kurtardı. Artık çektiği acı çok daha anlamlı ve katlanmaya değerdi. 

Bu konuda Nietzsche'nin sevdiğim bir sözüyle yazımı sonlandırmak istiyorum:

"Yaşam acı çekmektir, hayatta kalmaksa çekilen bu acıda bir anlam bulmaktır."

Acılarımızı onlara yüklediğimiz anlamlarla sarıp yaşanılabilir kılmak dileğiyle..



You Might Also Like

0 comments