En Anlamlı Selamlaşma Şekli "Sawubona": Seni Görüyorum! / Bağ Kurmanın Önemi

Sawubona, Afrika'nın Zulu kabilesine ait bir selamlaşma şeklidir. Bu sözcüğün içinde barındırdığı anlamlarsa şöyledir:

Seni görüyorum, varlığını onaylıyorum, seni olumlu olumsuz tüm yönlerinle kabul ediyorum..



Günlük hayatta selamlaşırken "selam, merhaba, naber" gibi kelimeler kullanırız ancak belki bazen birbirimizin yüzüne, gözlerinin içine dahi bakmadan, birbirimizi görmeden.. Bu kelimelerin selamlaşmadan başka derin bir anlamı yoktur ve çoğu kez selamlaşmanın önemi ve manasını düşünmeden alışkanlık üzerine ağzımızdan dökülen kelimelerden başka bir şey ifade etmezler. 

Ancak Sawubona; yani seni görüyorum anlamına gelen bu sözcük, anlamını hissetmeden, alışkanlıktan doğan bir söyleyişle söylenemeyecek kadar anlamlı ve içtendir.

Bununla beraber sawubonaya karşılık olarak söylenen sözcükse "buradayım" anlamına gelen ngikhonadır. Yani bu cevapla kişi varlığının görüldüğünün ve onaylandığının farkında olduğunu, görülüyor olmakla değerli hissettiğini ve varlığında bir anlam bulduğunu ifade eder aslında.

Selam vermenin özünde birbirimizi fark etmek, orada olduğumuzu görmek ve gördüğümüzü hissettirmek, birbirimizin varlığına değer vermek ve birbirimizin varlığını onaylamak vardır aslında. Ancak bizler çoğu zaman bu anlamı unutup öylesine, bir alışkanlıkla kullanıyoruz bu kelimeleri. 

Dünyada yalnız olduğunuzu düşünün. Varlığınızı onaylayacak, sizi kabul edecek hiç kimse olmamış olsaydı varlığınızın bir anlamı olur muydu? Sanırım olmazdı.

Bizler birbirimizin varlığını görerek, kabul ederek, birbirimizin varlığına değer vererek, bununla beraber kendi varlığımızın da kabul edilmesine ve onaylanmasına şahit olarak varlığımızda bir anlam buluruz aslında. 



Benim bu selamlaşma şekliyle ilk karşılaşmam Avatar filmiyle olmuştu. Filmde bu konu, sanırım bahsettiğim kabileden esinlenilerek, çok güzel bir şekilde işlenmişti ve böyle bir selamlaşma şekli gerçekte de var mı diye araştırmaya itmişti beni. 

Uzun zamandır bu konu hakkında bir yazı yazmayı düşünüyordum. Sanırım zamanını bekliyordum yazmak için ve şuan içinde bulunduğumuz; görülmeye, duyulmaya, anlaşılmaya, en çok ihtiyacımız olan bu süreç, bu yazıyı kaleme dökmek için en uygun zaman olsa gerekti ve artık paylaşmaya hazırdım.

Avatar filminden konu açılmışken, hem filmden hem de filmde konumuzla bağlantılı ilgimi çeken detaylardan bahsetmek istiyorum. 

Filmi kısaca özetleyerek başlayacak olursam:

Filmde insanlar dünyadaki doğal kaynakları büyük ölçüde tüketmiştirler ve bu da dünyada büyük bir enerji açığı ortaya çıkmasına sebebiyet vermiştir. Bunun üzerine insanlar; Pandora adlı, içinde unobnatium adlı değerli bir mineral bulunan bir uydu keşfederler. Ancak Pandora'nın atmosferi insanlar için zehirlidir ve içinde; kabile yaşamını benimseyen, kedilerine zarar gelmediği sürece savaşmaya karşı olan, mavi tenli, insansı yapıda, 3-4 metre boya sahip ve Eyva adlı bir tanrıçaya tapan Navi halkı yaşamaktadır. Anlayacağınız üzere insanlar bu gezegene girmek, oradaki değerli minerali almak, yine bir şeylere sahip olmak, hükmetmek, tüketmek için oradaki halkla savaşmaya varacak eylemlerde bulunurlar. Filmin özetini kısaca burada keserek beni asıl etkileyen detaylara geçmek istiyorum.




Filmde Naviler saçlarında ve doğanın içinde de  bulunan bir bağ ile istedikleri zaman doğayla bağ kurup onunla iletişim haline geçebilmektedirler. Ancak bunu yapabilmeleri için bağ kurdukları her neyse onu samimiyetle ve içtenlikle hissetmeleri, onu gerçek anlamda görmeleri gerekmektedir. 

Bağ kurdukları anda  bağ kurdukları şeyle iletişime geçebilmekte hatta onu yönlendirebilmektedirler. Bu detay beni çok etkiledi ve aklıma Küçük Prens kitabında, Küçük Prens'le tilki arasındaki diyaloğu getirdi. Tilki, Küçük Prens'e onunla arkadaş olabilmesi için onu evcilleştirmesi gerektiğini söyler ve bunun üzerine Küçük Prens, evcilleştirmenin ne demek olduğunu sorar tilkiye. Tilki ise evcilleştirmenin bağ kurmak olduğunu söyler ve şöyle der: 

"Söz gelimi sen benim için şimdi yüz binlerce oğlan çocuğundan birisin. Ne senin bana bir gereksinmen var ne de benim sana. Ben de senin için yüz binlerce tilkiden biriyim. Ama beni evcilleştirirsen birbirimize gereksinme duyarız. Sen benim için dünyada bir tane olursun, ben de senin için."

Daha sonra tilki, Küçük Prens'ten kendisini evcilleştirmesini ve dost olmalarını ister ancak Küçük Prens  vaktinin çok az olduğunu, dostlar edinmesi, yeni şeyler tanıması gerektiğini söyler. Bunun üzerine tilki:

"Yalnız evcilleştirdiğin şeyleri tanıyabilirsin. İnsanların tanımaya ayıracak zamanları yok artık. Aldıklarını hazır alıyorlar dükkanlardan. Ama dost satan dükkan olmadığı için dostsuz kalıyorlar." der.




Evcilleştirmek, bağ kurmaksa ve yalnızca bağ kurduklarımızı gerçekten tanıyabiliyorsak; o halde Naviler çevrelerinde bulunan her şeyle bağ kurabildiklerine göre, başta kendilerini, sonra diğerlerini ve içinde bulundukları doğayı gerçek anlamda tanıyabiliyorlar demek değil midir? Peki, Sawubona: "Seni görüyorum" kelimesi de seni tanıyorum, görünenin ardında var olan özü hissedebiliyorum, diyerek bu tanıdıklığı en güzel ifade eden kelime değil mi sizce de?

Görüntülerin ötesine geçip sevgiyle bağ kurabilme dileğiyle.. 

Sawubona :)

                                                                                                                           Rumeysa Yıldız


You Might Also Like

0 comments