Bu yazımda başlıktan da anlaşılacağı üzere kadın erkek ilişkisi üzerine konuşacağız.
En başta belirtmek isterim ki şunu yapıyorsa iyi bir
eştir, bunu yapmıyorsa sizi sevmiyordur, mükemmel ilişki şöyle olmalıdır gibi
basmakalıp cümleler kurmayacağım ki bu şekilde empoze edilen şeylere de asla
inanmıyorum.
Her insan gibi her ilişki de kendine has ve özeldir,
kalıplar içine sıkıştırılamaz.
Bizim değerlendireceğimiz şeyler: Bir insanı çok
sevmek, çok aşık olmak bir ilişkiyi sürdürmede yeterli mi? İki iyi insan kötü
bir evlilik yapabilir mi? Evlilik kararı vermeden önce nelere dikkat edilmeli?
gibi sorular üzerine olacak ve bu sorular ilişkileri bir kalıba sıkıştırmak
değil tamamen farkındalık oluşturmak, kendimizi, diğerini, ilişkimizi gerçek
anlamda tanımak için olacaktır.
Bu değerlendirmeyi yaparken çok sevdiğim ve bir önceki
yazımda kitabını incelediğim Doğan Cüceloğlu’nun “Evlenmeden Önce” adlı
kitabından çokça faydalanacağım.
Evlilik Öncesi Farkındalık Oluşturulması
Gereken Konular
1.Kendini Tanımak:
İster bir ilişki içinde olalım ister olmayalım hayat
kendimize doğru olan bir yolculuktur aslında. İnsan kendini tanıdıkça var olur,
gerçekten yaşar. Kendini tanımadan ya da tanımaya çalışmadan geçirilen bir ömür
ölüme koşmak gibidir adeta.
İnsan önce kendini tanımalı, kendini kabullenmeli,
kendini sevmeyi başarabilmeli ki bir başka insana hayatında yer açabilsin, onu
tanıyabilme olgunluğuna erişsin, onu olduğu gibi kabul edebilsin ve sevebilsin.
“Biz kendimiz olmadan, sahip olduğumuz
hiçbir şey gerçek anlamını bulamaz!”
Doğan Cüceloğlu
Kendimizi tanırken, “hangi kültür içinde büyüdük?”
sorusuyla işe başlayabiliriz.
Doğan Cüceloğlu kitabında iki çeşit kültürden
bahseder:
1.Denetim Odaklı Korku Kültürü:
Bu kültür gücünü korkudan alır. Aile içinde kim en
güçlüyse onun sözü geçer. Güçsüz olan güçlü olana itaat etmek zorundadır.
Bu kültürde halden anlama, empati, insan insana ilişki, bireye saygı gibi
önemli değerler yoktur.
Bu kültürde yetişen birey güvende olmak için güçlü
olmak gerektiğine inanarak büyür. Saygı duyulmak, sözünü dinletmek için
para, makam, mevki gibi güçlerin olması gerektiğine inanır.
Bu kültürde yetişen birey hayata, geleceğe kaygıyla,
korkuyla bakar. Karamsar ve gergin bir yapıda olur. Yaşam ve insanlar onun için
güvensizdir.
Çünkü maalesef ki dünyaya gözlerini açtığında, o
minicik bedeninin, o daha yumuk yumuk olan gözlerinin, daha sesleri bile tam
olarak ayırt edemeyen kulaklarının duyumsadığı ilk şey korku, kaygı,
güvensizlik olmuştur.
2.Gelişim Odaklı Değerler Kültürü:
Bu kültür içinde sevgi, güven, empati, halden anlama,
insan insana iletişim gibi önemli değerler mevcuttur. Bu kültürde yetişen
çocuk, aile tarafından bir birey olarak kabul edilmiştir ve dünyaya geldiği ilk
günden itibaren güvende olduğunu hisseder.
Bu kültürde güçlü güçsüz gibi bir ayrım yoktur, herkes
eşit söz hakkına sahiptir. Bu sebeple kişi makam, mevki, para gibi maddi
değerleri değil insan insana iletişimi önemser.
Dolayısıyla bu kültürde büyüyen birey hayata,
insanlara, geleceğe karşı güvenli ve umut doludur.
Peki siz hangi kültür ortamında büyüdünüz?
Bu konu hakkında diğer yazılarıma da göz
atabilirsiniz:
https://openmindry.blogspot.com/2023/02/kendime-yolculuk-kalbinin-melodisini.html
https://openmindry.blogspot.com/2023/02/zihnimizdeki-seslerden-kurtulup.html
2. Diğerini Tanımak:
Kendimizin hangi kültür ortamında büyüdüğümüzü bulup
ve belki aşmamız gereken şeylerin farkına varıp onları aşmaya niyet ettikten
sonra sıra karşı tarafı tanımaya geliyor
Karşı taraf hangi kültür
ortamında büyüdü? Kaygılı, korkulu, insan insana iletişim kurulamayan, maddi
değerlerin güç olarak kabul gördüğü korku kültüründe mi yoksa halden anlamanın,
insan insana iletişimin, sevgi, huzur, saygı gibi önemli değerlerin yer aldığı
gelişim odaklı değerler kültüründe mi?
Sizinle iletişimi ben odaklı mı yoksa biz odaklı mı?
Yani sizin duygularınızı, düşüncelerinizi önemsiyor mu yoksa yalnız kendi
düşünceleri mi onun için önemli? Sizin üzerinizde bir otorite kurup güçlü
olanın kendisi olduğunu mu göstermeye çalışıyor yoksa insan insana ilişki
kurmak niyetinde mi?Yanınızdayken gerçekten yaşamınıza tanık olan samimi birini
mi hissediyorsunuz yoksa yalnızca bedenen mi yanınızda?
Bu ve benzeri soruları yazının devamında inceleyeceğiz
ve devamında bu cevapları daha rahat verebiliyor olacağınızı umuyorum.
3.Sistemi Tanımak:
Sistem bir nevi içinde yaşadığımız kültür ve bu kültür
içinde evliliğin konumundan oluşuyor.
Toplum olarak her ne kadar son yıllarda
bireyselleşme yoluna yavaş yavaş girdiysek de hala ait olma yönü daha ağır
basan bir toplumuz. Bazılarımız kültürün içinde bulunan birtakım değerleri
yaşatmamak arzusunda olabilirler. Evlilik veya ailelerin işin içine dahil
olmaları gibi…
Doğan Cüceloğlu’nun “Evlenmeden Önce” kitabında
okurlarından birinin şöyle bir mektubu yer almakta:
“Kapımı kapatırım, huzur bozan ailesi
dışarıda kalır diyordum; fakat içeride zaten onları temsilen bulunan, onlar
tarafından yetiştirilmiş bir eşim var.”
Görüldüğü gibi tam anlamıyla bireyselleşip aileleri
dışarıda bıraksak bile o ailede yetişmiş bir insan, o ailenin birçok özelliğini
bünyesinde barındırıyor. Bu noktada ailelerle korku kültürü içinde mi
yoksa gelişim odaklı değerler kültürü içinde mi iletişim kuracağımız bize
kalıyor.
Bizim kültür sistemimiz içinde ait olma, aileyle
bağları kuvvetli tutma, birliktelik değerleri, bireyselliğe oranla daha
hakimdir. Bu değerlerin farkında olarak ve bizim olduğu kadar eşimizin de
ailesinin kıymetli ve değerli olduğunu kabul ederek bu yola çıkmalıyız.
Evlilik Hakkında Kendimize Sormamız
Gereken Sorular
1.Evlilik yaşamda bir zorunluluk mu?
Evlenmemeyi tercih etmek mümkün mü?
Kültürümüzün geçmişten gelen bir algısına göre;
evliliğin hayatta var olması zorunlu, herkes belli bir yaşa gelince evlenmeli.
Sizce de öyle mi?
Bu düşünce bizi evlenmek için evlenmeye götürmüyor mu
sizce de? Yani birini sevmek, evliliğe hazır olmak, evlilik olgunluğuna erişmek,
evlilikle birlikte değişecek yaşamımızı kabullenmek gibi önemli değerleri yok
saymıyor mu? Sadece toplum, kültür bizden bunu bekliyor diye evlenmek bizi
mutlu edecek mi?
Bir insan yaş olarak belirli bir olgunluğa gelmiş
olmakla birlikte henüz kendini dahi tanımaya vakit ayırmadıysa o kişi
evlilikten beklentilerini nasıl bilecek? Neye göre bir eş seçecek? Yalnızca
duygularına göre mi? Peki yalnızca birine aşık olmak evlilik için yeterli
olacak mı? Yoksa iyi bir insan olmasına göre mi seçim yapacak bu kişi? Peki her
iki iyi insan bir araya geldiğinde iyi bir evlilik ortaya çıkar mı?
Gerçekten evlenmek istiyor musun yoksa toplumun,
çevrenin, ailenin senden beklentisi bu yönde olduğu için mi evleniyorsun?
2.Evlilik kurumunun kendi içinde zorunlu
kuralları var mı, varsa bu kurallara göre yaşamak zorunda mıyız? Kendi bireysel
kurallarımızı koyamaz mıyız
Toplumda, hatta çeşitli kişisel gelişim
kitapları ya da videolarında bile her ilişki sanki aynı olmalıymış gibi bir
algı yaratılıyor. Şunu yapıyorsa sevmiyordur, bunu yapıyorsa sana değer
veriyordur vs gibi birçok söylem mevcut. Bu söylemler halden anlamaktan,
empatiden çok fazla uzak söylemler olarak geliyor bana.
Mesela; sana vakit ayırmıyorsa sana değer vermiyordur
algısı üzerinde duralım. İlişkilerde elbette birbirine vakit ayırmak çok
önemlidir. Ancak her insanın hayat şartları, iş şartları, aile durumları
birbirinden farklıdır.
Bir insan düşünelim ki gün boyu boş, hiçbir işi yok ve
günde 5 6 saatini size ayırıyor. Diğer tarafta bir insan daha düşünelim ki bu
kişinin iş, aile hayatı daha yoğun, sorumlulukları daha fazla ve size günde 2
saat ayırabiliyor. Herkes elinde bulunan zamana göre bir vakit ayırıyor
aslında. Şimdi 5 saat zaman ayıran kişiye 2 saat zaman ayıran kişiden daha fazla
değer veriyor diyebilir miyiz?
Ancak toplum, kültür ve diğerleri diyebilir. Böyle
kurallar koyabilir insanlar kendilerince. Başta da dediğim gibi her ilişki
kendine hastır, her insan gibi.
Bu kuralları belirleyecek olanlar, evliliğiniz
hakkında değer yargılarını oluşturacak olanlar toplum değil, o ilişkiyi bire
bir yaşayan sizlersiniz.
Eş Adayınızla İlgili Kendinize ve Diğerine
Sormanız Gereken Sorular
1.Birlikteyken kendiniz olarak var
olabiliyor musunuz?
Bu ilişkide en önemli sorulardan biri olsa gerek. Eş
adayınızın yanında olduğunuz gibi, doğal, kendinizi kasmadan, acaba bunu
dersem, şöyle davranırsam ne der, ne düşünür diye düşünmeden,kendiniz olarak
var olabiliyor musunuz?
Karşı taraf tarafından yargılanacağınızı düşündüğünüz,
kendiniz olarak var olamayacağınız bir ilişkide ne kadar mutlu
olabilirsiniz? İnsan dünyada kendini bulmak, keşfetmek ve kendini yaşamak
için yok mu? Peki bu da elimizden giderse geriye ne kalacak?
2.Birlikteyken konfor, keşif, panik
alanlarından hangisinde hissediyorsunuz?
Konfor alanı kişinin en rahat hissettiği alandır.
Ancak fazla konforda hissetmek kişinin gelişimini engelleyeceği gibi ilişkinin
gelişimini, ilişkiye duyulan heyecanı, merakı da engeller.
Panik alanı kişinin huzursuz hissettiği, kendisi
olarak var olamadığı, her an tetikte olduğu, kaygı duyduğu alandır. Bilindiği
üzere panik, kaygı, korku gibi duygular acil ve tehlikeli durumlarda hayat
kurtarabilir ancak bir ilişki için bunu söyleyemeyiz. İlişki bizim tehlikeli
alanımız değil güvenli alanımız olmalı değil mi? Sürekli kaygı, korku
hissettiğimiz bir ilişkide ne kadar huzurlu ve mutlu olabiliriz?
Keşif alanı ne konfor alanı kadar rahat ne de panik
alanı kadar gergindir. Bu ikisinin ortasıdır denilebilir. Kişi kendini konfor
alanında gibi güvende hissederken aynı zamanda karşısındakini merak eder ve
keşfetmek ister. Aralarında merak duygusu ve heyecan hep diri kalır.
4.Temel değer yargılarını tanıyor musunuz?
Değer sisteminiz uyumlu mu?
Sizin için hangi temel değerler öncelikli? Sevgi,
saygı, halden anlama, güven, sohbet ortamı ya da daha maddi değerler olarak
para, makam, mevki, güç gibi değerler mi ?
Karşı taraf için hangi değerler ön planda? Değer
sisteminiz uyuşuyor mu? Yoksa biriniz maneviyata daha çok değer verirken diğeri
daha maddiyatçı mı?
Diyelim siz manevi yönü yüksek bir insansınız eş
adayınızın ise manevi yönü çok düşük, daha çok maddiyatçı. İlişkinizde ne tür
sorunlar yaşayabilirsiniz? Yaşayabileceğiniz bu sorunlar aşılacak cinsten mi
olur yoksa yıpratıcı mı olur?
Örneğin siz manevi yönü yüksek bir insan olarak el ele
göz göze oturup sohbet etmek, sevgi, ilgi, alaka göstermek ya da görmek
isterken eşiniz bunları saçma mı bulacak? Yoksa her ne kadar manevi yönü biraz
eksik olsa da kendini aşmaya gönüllü mü? Eğer gönüllü değilse ve beklentileriniz
bu denli farklıysa mutlu, huzurlu, sevgi dolu bir evlilik mümkün olacak mı?
5.Birbirinize karşı yapacağınız
fedakarlıkların boyutu ne düzeyde, fedakarlıklarınız sonucunda siz kendiniz
olarak var olabilecek misiniz
Bu son sorumda tüm konuları irdeledikten sonra hangi
konularda fedakarlıklar yapmanız gerekecek bunları görmenizi istiyorum. Elbette
kimse kimseyle yüzde yüz uyumlu değildir. Her insan birbirinden az ya da çok
farklıdır
Bu farklılıklar bazı fedakarlıkları da beraberinde
getirebilir. Her ilişki fedakarlık ister ancak bu fedakarlıklar ilişkinize
değer katıp daha samimi daha sıcak bir ilişki mi oluşturacak yoksa sizin
kişiliğinizi, benliğinizi yok mu edecek?
Unutmayın siz yoksanız, kendiniz olarak var
olamıyorsanız sıkışmış hissedeceksiniz ve bir süre sonra o benliğinizi ortadan
kaldıran fedakarlıklar size işkence gibi gelmeye başlayacak.
Evlilik doğru insanla, doğru zamanda, doğru bir
bilinçle, sağlıklı bir zihinle yapıldığında insanı duygusal anlamda diğer
insanlara göre çok daha yukarılara taşıyan, kendi varlığınızı çoğaltan bir
şeyken; sizin için doğru olmayan, değer yargılarınızın uyuşmadığı, pusulanızın
farklı yönü gösterdiği bir insanla, yanlış zamanda, yanlış bir bilinçle,
yeterli olgunluğa erişmeden yapıldığında varlığınızı bile sorguladığınız bir
şeye dönüşebilir.
Yazımı Halil Cibran’ın “Ermiş” adlı
eserinde evlilik hakkında bir soruya verilen cevapla bitirmek istiyorum:
“Birlikte doğdunuz ve sonsuza dek birlikte
olacaksınız.
Birlikte olacaksınız, ölümün beyaz
kanatları günlerinizi dağıtıp savurduğu saatte.
Elbette Tanrının sessiz benliğinde bile
birlikte kalacaksınız.
Ama birliğinizde mesafeler olsun.
Göklerin rüzgarı dans etsin aranızda.
Birbirinizi sevin ama aşk pranga olmasın
aranızda:
Ruhlarınızın kıyıları arasında hep dalgalanan
bir deniz olsun aşk.
Birbirinizin kadehini doldurun, ama aynı
kadehten içmeyin.
Birbirinize ekmeğinizden verin, ama aynı
ekmeği yemeyin.
Birlikte şarkı söyleyip dans edin ve
eğlenin, ama ikiniz de tek başınıza olun. Bir lavantanın, aynı ezgiyle titreseler
de birbirinden ayrı duran telleri gibi.
Kalplerinizi verin ama teslim almayın
birbirinizin kalbini. Çünkü sadece hayatın avucundadır kalpleriniz.
Birlikte saf tutun ama yapışmayın
birbirinize: Çünkü tapınağın sütunları da ayrı dururlar ve meşe ile selvi
büyüyemez birbirlerinin gölgesinde.”
Sevgiyle kalın.